Güncelleme Tarihi:
Gizem: Geçen hafta ‘Her Çocukla Bir Ebeveyn Doğar’ isimli kitabı okudum. Ali Koç hem kendi çocukluğunu hem de ebeveynlik yolculuğunu çok çarpıcı biçimde anlatıyor. Kitabın daha ilk sayfalarında şu cümle karşılıyor bizi: “Bir çocuğun üç ebeveyni vardır: Annesi, babası ve onların arasındaki ilişki.”
Gülay: Ne kadar doğru. Hep kendimizi anne ya da baba olarak değerlendiriyoruz ama çocuk aslında o ilişkinin içine doğuyor. O ilişkinin sıcaklığı ya da gerginliğiyle büyüyor.
Gizem: Aynen öyle. Kitap boyunca vurguladığı şey şu: Doğru anne-baba modeli yok, çocukla kurulan doğru ilişki var. Ve bu saygılı, kararlı, tutarlı, kapsayıcı bir ilişki... Ayrıca şu çok güzel anlatılmış: “Her çocukla ebeveynlik yeniden tanımlanıyor. Yani sen aynı kişi olsan bile, çocukla kurduğun ilişki yeni bir seni ortaya çıkarıyor.”
Gülay: Şu da var; her çocukla ilişki de yeniden kuruluyor. İkinci çocuğun olduğunda, sen artık aynı anne değilsin ki.
Gizem: Bu yüzden Ali Koç kitabın başında “Aynı evde büyümüş iki kardeşin çocukluğu bile farklıdır” diyor. Çünkü koşullar değişmiştir. Ebeveynin hali değişmiştir. İşte ‘Aynı evde ama sanki farklı ailelerde büyümüş gibiyiz’ hissi bundan çıkıyor.
Gülay: Ne kadar rahatlatıcı bir bakış açısı, değil mi? Hep ‘Birini iyi büyüttüm mü, diğerini de aynı şekilde büyütmeliyim’ diye düşünürüz. Oysa her çocukla
biz de değişiyoruz.
Gizem: Zaten kitabın ana fikri bu. Ebeveynlik bir kez öğrenilen, sabit kalan bir rol değil, her çocukla yeniden öğrenilen, yeniden kurulan bir ilişki hali. Ve bu kusursuzluk değil, ‘yeterince iyi’ olma meselesi.
Gülay: Yani sadece doğumla değil, ilişkiyle şekillenen bir yolculuk. O zaman hata yapmaktan bu kadar korkmamak lazım...
Gizem: Kitapta Donald Winnicott’ın ‘yeterince iyi ebeveyn’ kavramına yer veriliyor. Mükemmel olmak zorunda değilsin ama ihtiyaçları görmek zorundasın. Ve ihtiyaç deyince... Bence kitabın en can alıcı yerlerinden biri şu: “Çocuğunuzun size değil, sizin öğreteceğiniz becerilere ihtiyacı var.”
Gülay: Yani senin yanında olması değil, senin verdiğin rehberlikle kendi yolunu bulması mesele. Ama bunu söylemek kolay, yapmak zor.
Gizem: Evet, yazar da bunu diyor zaten: “Bilgi çağındayız ama bilgelikten uzağız. Çok fazla bilgi, sezgiyi bastırıyor. O yüzden bu kitap bir sezgi çağrısı.”
Gülay: Ben buna bayıldım. İç sesimizi kaybettik çünkü. Herkes bir şey söylüyor: “Uyku eğitimi ver, organik besle, duygularını düzenle.” Ama biz ne hissediyoruz, ona yer kalmıyor.
Gizem: Aynen. O yüzden diyor ki: “Bilgiye boğulmak değil, içinden geçerek yaşamak önemli. Ve en önemlisi, çocuk bir özne. Onunla kurduğun ilişki, hayat boyu sürüyor.”
Gülay: Bence de bu kısmı hep unutuyoruz. Sadece çocuklukta değil, gençlikte, yetişkinlikte de ebeveynlik devam ediyor. Bir nevi eşlikçilik.
Gizem: Ve eşlik ederken
yalnız da kalmamalıyız. Hani şu meşhur söz var ya: “Bir çocuğu yetiştirmek için bir köy gerekir.” Koç bu köyü bugünün koşullarında yeniden tarif ediyor. Mahalle buluşmaları, dijital dayanışmalar, farklı dünyalarla temas... Ve tabii hepsi çeşitlilikle mümkün.
BİRLİKTE DÖNÜŞÜYORUZ
Gülay: Çok hoşuma gitti bu dijital köy fikri. Emzirme grubundan park sohbetlerine kadar... Ama hep kendimize benzeyen insanlarla değil, farklılıklarla da temas kurmalı çocuk.
Gizem: Zenginlik benzerlikte değil, farklılıkta. Ama o farklılıkla teması güvenli bir limandan yapabilmeli. İşte o liman, bizimle kurduğu ilişki.
Gülay: Yani ebeveynlik sadece çocuğu büyütmek değil, birlikte dönüşmek. Her çocukla biz de yeniden doğuyoruz.
Gizem: Ve büyümek sadece çocuğa ait değil. Ebeveynlik bize de büyüme fırsatı veriyor. Kendi çocukluğumuzla, ilişkilerimizle, sezgilerimizle yüzleşerek…